Ne kadar kabayım, sizi tanıştırmadım, Hanımefendi İngiliz’dir ve Anadoluyu çok iyi bilir; Gertrude Bell…
Doğrusu ben tanıdığıma hiç memnun olmadım. Tanıyınca sizin de memnun olacağınızı sanmam. Geçen yüzyılın başlarında buralarda bulunmuş bu kadını, yine Ortadoğu’nun alev alev yandığı bu günlerde sık sık anıyorum. Ve bir Türk kurşunuyla değil de intihar ederek ölmesine üzülüyorum.
Hakkında defalarca filmler çekilmiş ‘‘Arabistanlı Lawrence”ı tanırız lakin ‘‘Gertrude Bell” ismini ancak siyasi tarihçilerden duyarız. Dünyanın en meşhur casuslarından Lawrence”ı ve geliştirdiği fitne temelli çalışma prensiplerini bilmeyen yoktur. Hatta Birinci Dünya Savaşında Arap isyanını başlatıp Arap Yarımadası’nı Osmanlı’dan kopartan kişi olduğunu ve bunun İngilizlerin en büyük operasyonu olduğunu hepimiz yakinen biliriz. Oysa yaşadığımız bölge bakımlardan Lawrence’tan daha önemli olan ve Ortadoğu’daki Türk varlığının son bulması konusunda Lawrence kadar mühim roller oynayan, üstelik savaş sonrasında bazı Arap ülkelerinin sınırlarını bizzat cetvelle çizen bu İngiliz kadın, hep gözden kaçmış, okunan beddualardan nasibini yeterince almamıştır.
Tanışalım o zaman…
Tam adı Gertrude Margaret Lowthian. Bu İngiliz Hanım, tam bir ingiliz kanı taşımaktadır zira, İngilizlerin diğer asil olmayan, özellikle Ortadoğu ve Afrika ülkeleri üzerindeki alicengiz oyunlarına tam hâkimdir. Bilirsiniz İngilizler her gittiği yeri kendi evi, her gördüğünü kendi hizmetçisi kabul edip, dünyanın neresinde olursa olsun cereyan eden her hadiseyi kendi menfaatine çevirecek yetenekte insanlardır. Yani İngiliz şeytanın öteki adı. Her zaman milletlere, nasıl yaşamaları gerektiğini öğretmek, öğretemez ise ısrar etmek, başarısız olursa rezil etmek üzere yazılmış bir oyunu oynayıp dururlar yüzyıllardır. Oyunları da hep kan ve ihanet kokar.
Bir gün ikindi çayı içerlerken parçalanıp, her sömürgesine verilmek üzere 180 eşit parçaya bölüneceği günü dört gözle beklediğim İngilizlerin, tarih boyunca yaptıkları puştlukları saymakla bitiremeyeceğim insanlarından, en nadide olanı; Gertrude Hanım.
İngiliz milletini değil de kendi milletini seversen milliyetçiliğin kötü bir şey, İngiliz krallığını değil de kendi kralını-padişahını seversen Cumhuriyetin iyi bir şey ve onların dinini değil de kendi dinini seversen laikliğin ne güzel bir nimet olduğunu tüm dünyaya öğretme azmiyle ömür boyu çalışmış bu vefakâr istihbaratçı kadın Gertrude Bell, 1868’de İngiltere’de, Durham County’de doğmuş. Babadan asil bu kızcağızı ilk önce özel hocalarla eğitip vatana millete hayırlı ama dünyanın başına püsküllü bela olsun diye Oxford’ta okutmuşlar. Üniversiteye giderken anne babasının “Aman kızım okulunu oku, sağa sola bakma” tembihlerini dikkate almış olacak ki Arkeoloji bölümünü şeref derecesiyle bitiren ilk kadın olarak üniversitenin tarihine geçmiş. Tarihe geçmiş ama İngiltere’de ajan değilsen kim takar arkeologu. O da hemen birçok arkeolog, dilbilimci, eski Mısır uzmanı ve seyyar satıcı gibi İngiliz istihbarat servislerinde part time çalışmaya başlamış.
Gertrude Bell artık arkeolojik faaliyetleri yanında Majestelerinin haber alma örgütü için de hizmet veriyordu. Sonradan, hem havalı bir iş, hem de milletlerin hayatını karartıp İngilizlere köle yapmanın keyfine vardığı için olsa gerek, ajanlığı asıl işi oldu.
Hal böyle olunca, Kraliçe onu dünyayı görüp tanıması için iki defa dünya turuna yolladı. Bu imkan bizde olsa ülkenin yarısı gönüllü ajan olurdu mesela. Sonra İran’a giden arkeoloji heyetinde yer aldı, Arapça öğrenmesi için Kudüs’e gönderildi ve bir Arap kadar iyi Arapça konuşmayı öğrendi.
Gertrude, çok çalışmış, batırık ve kısırdan uzak durmuş, altın günlerine hiç katılmamıştı. 30 yaşına geldiğinde artık tamamdı, istihbaratın gözündeki değeri iyiden iyiye artmıştı.
Bu kadının bir kaç yıl Karaman Karadağ bölgesinde kazı yaptığını biliyoruz. Hatta kazılarda Karadağ etrafındaki bizim köylüleri çalıştırmış. Bütün bunları Gertrude Bell’in anne ve babasına yazdığı mektuplardan ve tuttuğu günlüklerden biliyoruz. Karaman’ın Madenşehri Köyü’nde bulunan Binbir Kilise gibi Türkiye’nin birçok ilinde çekilmiş binlerce fotoğraf bırakmış geriye. İngiliz ajanı bu kadın Madenşehri’nde ne kadar kalmış, neler yapmış, tarihi eserlerden ne kadarı yurt dışına kaçırılmış tam olarak bilen yok.
Aslında Hikaye bundan sonra başlıyor. Gertrude Bell 1907 yılında 39 yaşındadır ve İngiltere ordusunun Konya Askeri Temsilcisi Binbaşı Dick Doghty-Willie ile tanışır. Aralarında ateşli bir aşk başlar. Bu zor olmamıştır zira memleket zaten ateş altındadır. Fakat talihsizliğe bakın ki Dick evlidir. Bell mektuplarında onu anlatırken ‘‘Gözlerindeki gölgelerde mistik bir şeyler vardı’’ diyor. Anlaşılan o ki, bizim istihbaratçı kız kara sevdaya tutulmuş. Öyle veya böyle bu aşk sürüp giderken Doghty-Willie 1915’te Çanakkale’de bir Türk kurşunuyla kafasından vurularak ölür. Bell, olayı duyunca Çanakkale’ye gelir. Çanakkale Savaşı’na katılan tek kadın olarak özel izinle sevgilisinin mezarını ziyaret edip, kin ve nefretle dolarak Çanakkale’den ayrılır.
Artık masum kızımızın Osmanlı’dan alınacak bir intikamı vardır.
Gertrude Bell, Arapların Türklere karşı başlattığı isyanı genişletip yönetmek için Kahire’ye, gider. Burada Arap kabilelerine milliyetçilik aşılayarak Osmanlı’ya karşı isyan etmelerini sağlamak için kabilelerin soy kütüklerinin çıkartılmasıyla uğraşır. Bununla da kalmaz, Türk ordusu Kut-ül Amara’da İngiliz birliklerini yenilgiye uğrattığında Mezopotamya Seferi Kuvvetleri’ne katılıp Türklere bizzat kurşun sıkar.
Savaştan sonra petrol paylaşımı yüzünden, İngiltere ve Fransa Araplara verdikleri bağımsızlık sözlerini unutunca, bölgede iki yıl süren bir Arap-Kürt ayaklanması başlar. Çatışmalarda 2200 Hintli ve 10 bin Arap ve Kürt hayatını kaybeder ama problem değil çünkü hiç biri İngiliz değildi.
1920’de Irak artık tamamen İngiliz kontrolü altına girmişti.
İngilizler Ortadoğu haritasını değiştirmeyi kafaya koymuştu ve bu yüce görev için Gertrude Bell bulunmaz bir şanstı. 1921’de Kahire’de bir ‘Ortadoğu Konferansı’ topladı. Konferansta öncelikle Mezopotamya’nın geleceği tayin edilip sınırlar çizilecekti. Bell, 40 kişilik konferanstaki tek kadındı ve Irak’ın sınırlarını işte bu toplantı sırasında kendi başına çizdi.
Sırada, kralın kim olacağı meselesi vardı. Irak’ın ilk kralını da Gertrude Bell tayin edecekti. O da, Osmanlı’ya karşı Arap isyanını başlatarak İngiliz efendilerinin talimatlarını harfiyen yerine getiren Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’dan başkası olamazdı.
Aslında Faysal’ın niyeti Suriye kralı olmaktı ama Fransızlar tarafından tekme tokat kapıdışarı edilmişti. Babasının liyakatinden dolayı Faysal, Gertrude Bell’in desteğiyle Irak tahtına geçirildi. Hatta Gertrude ile Faysal’ın bir aşk denemesinin de olduğu yazılıp çizilmişti. Artık ne tür bir pazarlık yapılmışsa…
Böylece Faysal’ın da mensubu olduğu Haşimi ailesinin Ortadoğu’da yıllarca sürecek diktatörlüğü başladı. Bu durum halen de devam ediyor bugün Ürdün Kralı Haşimi ailesinde.
Irak’ta işler İngilizlerin istediği gibi şekillenince Gertrude Bell, Arap dünyasında tam bir efsane olmuştu. Araplar, celladına aşık mahkumlar gibi Gertrude’nin heykellerini dikiliyor ve kahraman muamelesi yapıyorlardı. “Çölün Kızı” yahut “Irak’ın Taçsız Kraliçesi” diye anılıyordu. Hal böyle olunca İngiltere’ye bir daha asla dönmedi.
Bütün ömrünü tam bir macera içinde yaşayan Gertrude, sadece yalnızlığına çare bulamıyordu. Faysal da onu kesmemiş olacak ki hâlâ Türklerin öldürdüğü sevgilisi Willie’yi unutamıyordu. Ortadoğu’daki İngiliz emellerine de ulaşıldığı için çıkartacak fitne ve bölünecek ülke de kalmamıştı. Bu durum onu bunalıma sürüklemişti. Artık geceleri uyuyamıyordu.
Günlüklerinde Bağdat’taki yalnızlığını ‘‘Etrafta sadece ölülerin kemikleri var’’ diyerek anlatıyordu. Belki de kendini oyalamak için, arkeolojiye geri döndü. Bağdat Müzesi’ni kurdu ve Iraklılar ona Eski Eserler Onursal Başkanı unvanını verdi. Hatta müzenin önüne heykelini diktiler. Gertrude Bell o gün, heykelinin yıllar sonra Saddam tarafından yıkılacağını ve tüm mirasını bağışladığı müzenin ise Bush ve işgalciler tarafından yağmalanacağını bilmiyordu.
1926’da üvey annesine yazdığı mektupta ‘‘Burada çok yalnızım. Ve bu yalnızlıkla çok fazla devam edemem’’ diyordu. Babasına ise ‘‘Sevgili baba, artık durmalıyım. Daha fazla yürüyemeyeceğimi hissediyorum’’ demişti.
1926’nın 12 Haziran’ında, son günlerde sıkça kullandığı sakinleştirici haplardan bir avuç alarak yatağına yattı ve bir daha kalkamadı.
Geride 9 kitap, 1600 mektup, 16 günlük, 7 bin fotoğraf ve bugün belki de sınırları bir kere daha değişecek olan Irak’ı bırakmıştı.
Irak’ın bugünkü kan revan haline bakınca Atatürk’ün şu sözünü hatırlamamak elde değil;
“Hâlbuki hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!”
Yapılsın adil pazarlık
yapılsın yapılacaksa
işte koydum işlemeyi düşündüğüm suçları
sizin geçmiş hatalarınız karşısına.
Ne yapsam
döl saçan her rüzgârın
vebası bende kalacak
varsın bende biriksin
durgun suyun sayhası
yumuşatmayı bilen ateş
öğüt sahibi toprak
nasıl olsa geri verecek
benim kılıcımı.
İsmet Özel
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
GENEL
13 Ekim 2024GENEL
13 Ekim 2024GENEL
13 Ekim 2024GENEL
13 Ekim 2024GENEL
13 Ekim 2024GENEL
13 Ekim 2024GENEL
13 Ekim 2024