Murat Tuncel’in kaleminden “ŞAİR ŞİİRİNDEN DOĞAR”
Bana göre yazın türleri içinde en şanslı tür şiirdir. Belkide şiir üzerine söz söylemeyen de, söylenmedik söz de kalmamıştır. Çünkü çekim alanı çok cazip olan şiirin üreticisi şairler de, okuyanlar da, eleştirmen ve araştırmacılar da bu tür üzerine görüşlerini ya yazarak, ya da söyleyerek dile getirmişlerdir. Belki benim şu anda yazdıklarımın bir kısmının da bir başka zamanda, bir başkası tarafından yazılmış veya söylenmiş olabileceğini düşünüyor ve bunu doğal karşılıyorum.
Çünkü biliyorum ki şiir ve “şiirsel söylem” üzerine bir şeyler söyleyebilmek her yazın insanının içinde yatan bir aslandır. Bu son tümcemden “önüne gelen herkes şiir üzerine bir şeyler söyler” anlamı çıkarılmasın. Bunu söylemekle amacım şiir söz konusu olunca herkesin söyleyecek bir ya da birkaç sözü vardır belirlemesini dile getirmektir. Ama ne kadar söyleyeceğimiz sözümüz olsa da, ne kadar konu üzerine bilgili olsak da bana göre şiir üzerine konuşmak ve yazmak sorumluluğu çok olan bir iştir. Ben de bu sorumluluğun bilinciyle bu yazımda başkalarının ne söylediklerini bir yana bırakıp öncelikle benim için şiir nedir, şiiri okurken aldığım tad ya da tatsızlığın nedenleri nelerdir üzerine düşüncelerimi dile getireceğim.
Benim için şiir; yoğunlaştırılmış ve ustaca dizilmiş sözcük cümbüşüdür. Bu tanımlama tümcemi yine bu tümce içindeki deyimlerle anlatacak olursak, ilk olarak şiiri ‘yoğunlaştırılmış sözcük’ olarak ele almalıyız. Yani sözcüklere yüklenen anlamların zenginliğini düşünmek gerek öncelikle. Şiirde kullanılan sözcükler çoğu başkalarının da kullanabileceği ve herkesin bilebileceği sözcüklerdir, aslında yazılışında da bir fark yoktur ama şair tarafından üzerine yüklenen anlam yükünün hacmi küçültülmüş ve yoğunluğu artırılmış olduğu için anlam ağırlığı gerçek anlamının çok üstüne çıkarılmıştır.
İşte bu yoğunluktur ki, her okuyucuya ayrı bir duygu tadı verebilmektedir. ‘Ustaca dizilmiş sözcük’ tamlaması olarak ele aldığımızda da, şiirin bir başka özelliğine işaret edilmektedir. O da bir sözcük ustası olan şairin yeteneğinin söze hakim olması, sözü başkalarından başka bir biçimde ve başka bir ahenkle dizelerine yerleştirmesidir. Bence sözcüklere şiirsel yoğunluğun yüklendiği yer de işte burasıdır. Yani her sözcüğün dizedeki yerini çok iyi belirlemektir şiire ve şiir dizelerine duygu yoğunluğu kazandıran. Burada düşüncelerimi destekleyen kısa bir alıntıya yervermek istiyorum. “Ve bir söz ki, halk onu nesirde söylemeyi bile çirkin görür, sen onu nazımda söyleme. Çünkü nesir tebaa gibidir, nazım ise padişahtır; bir nesne ki tebaaya yaramıyorsa, padişaha nasıl yarasın...” * Bu göndermede de olduğu gibi kısacası, şair her sözü şiire koyamaz, dizesine koyacağı sözcükleri iyi seçmek, hem de dizelerde yerli yerine koymak zorundadır. Ya da herkesin söylediği sözcükleri daha yoğun bir anlamla donatarak dizelerine taşımalıdır. Tanımlama tümcesindeki üçüncü tamlama ise şiir “sözcük cümbüşüdür.” tamlamasıdır. Cümbüş tek başına söylendiğinde insanı kendi rengine çeken ve olmadık zevklere doğru yolculuğa çıkaran bir çağrışıma sahiptir. Ama sözcükle çümbüş yanyana gelince sözcüğe yeni fanteziler yükler. Sözcüğü insanın düşüncelerinden çıkarıp kalbine çarpar. Kalp o çarpıntıyla sarsıldığında beyindeki düşünceler de çeşitli yönlerde derinleşir. O derinleşmeyle de düşüncelerimizin kuytularındaki gizli tadlar hazlarımıza karışır, içimizde bize özgü uçurumlar yaratır. Bence şairin şiire yüklediği görev de budur zaten: Yani şairin marifeti şiir okuyucusunu kendi uçurumuna düşürebilmektir.