Murat Tuncel’in kaleminden Yeni yıl, tüm eski yıllardan güzel olsun

Uzun bir süredir İstanbul’dayım. Arada bir işim olunca Hollanda’ya geliyorum, birkaç gün kalıp işlerimi bitirince de tekrar İstanbul’a dönüyorum. İstanbul’da böyle uzun kalmamın nedeni Hollanda’nın o dingin atmosferinde yazdığım yapıtlarımın son aşaması olan yayınlanma süreci.   Çünkü yayınlanma sürecini iyi takip edemezseniz yıllarca göz nuru döküp yazdığınız eserin okuyucuya ulaşmasında aksaklıklar yaşanır.   Bu da sizden kaynaklanmayan bir eksikliğin yapıtınıza yansımasıyla sonuçlanabilir. O nedenle ben bu süreci de önemser ve disiplinli bir şekilde izlerim. Elbette bu görevi yayıncılarım en iyi şekilde yerine getirirler ama ben de onlarla deneyimlerimi paylaşarak yayınlanacak yapıtımın en güzel şekilde okuyucuya ulaşmasına katkıda bulunurum.   Şimdi de öyle yapıyorum. 2023 yılının ilk aylarında yayınlanacak Ayasofya’nın İkonları adlı romanımın kapak ve sayfa düzeni çalışmalarını izliyorum. Seri romanlarımın beşincisi olacak Ayasofya’nın İkonları umuyorum ki, yeni yılın üçüncü ayında Türkiye ve Hollanda’da okuyucularıyla buluşacak.   Dostlar, burada uzun kalsam da Güncel Haber’in internet sayfalarından ve diğer haber kaynaklarından Hollanda’daki gelişmeleri de sürekli takip ediyorum. Hollanda’dan gelen tanıdık, arkadaş ve dostlarla zaman zaman İstanbul’un bir köşesinde buluşuyor, hem anılarımızı tazeliyor, hem de oradaki gelişmeler hakkında bilgi alış verişinde bulunuyoruz.   Bu günlerde Hollanda’dan aldığım en güzel haber kralımız Willem-Alexander’ın geleneksel yılbaşı konuşmasında 2023’ün köleliği anma yılı olacağını anımsatıp, “Tarihimizle yüzleşip köleliğin insanlığa karşı suç olduğunu kabul ederek ortak bir geleceğin zeminini hazırlıyoruz.” mesajı oldu. Almanya’nın İsrail’den özür dilemesinden sonra Hollanda’nın da tarihiyle yüzleşme ve özür dileme kararı alması umuyorum ki, tarihi geçmişinde leke olan tüm ülkeler tarafından benimsenecek geçmişte yaşanan acılar bu özür dilemelerle bir nebze de olsa azaltılacaktır.   Bu yeni yıl yazımda ülkemizden de sizlere çok güzel haberler vermek isterdim ama Türkiye’de durum pek iç açıcı değil. Beni tanıyanlar bilir, ben konulara objektif bakmayı prensip edinmiş birisiyim. Bu aynı zamanda benim yazarlık sorumluluğumdur. Herhangi bir düşünce ya da topluluğun etkisinde kalmadan değerlendirmelerimi yapıyorum ve yapacağım. Gerçekçi bir değerlendirme yaptığımız zaman ülkemizdeki insanların yüzde altmışının mutsuz olduğunu kolayca görebiliyoruz.   Bu insanlar hem mutsuz, hem de çok yoksul yaşıyorlar. Bu kesimin bir kısmı bunu kabullenmiş, bir kısmı için için isyan ediyor, bir kısmı da evine gelecek biat filelerinin kesilmemesi için hâlâ takım tutar gibi iktidarı savunarak yarı aç yarı tok yaşıyor. Yüzde altmış çoğunluğun durumu böyle bölünmüş durumda. Geri kalan yüzde kırkın ise yüzde yirmisinin evine iyi kötü bir maaş giriyor, onlar çalışmasının karşılığında aldıklarıyla geçinmeye çalışıyorlar. Kalan yüzde yirminin yüzde on beşi çalarak, çırparak çok iyi yaşıyorlar. Geri kalan yüzde beşlik bölüm ise iktidardan ihaleler alarak süper yaşıyorlar. O nedenle izne gelirken otomobilinizle E5’te yol alırken İstanbul Boğazı’nın her iki yakasında süper villalar ve yeşilliklere gömülmüş site evleri görüp “Türkiye’de insanlar refah içinde yaşıyorlar zannına sakın kapılmayasınız. O evler ve siteler o yüzde beşin mevsimlik evleri ve siteleridir. Sakın gelirsem oralardan bir ev alacağım hayalini de kurmayasınız. Çünkü oralardan ev almanın bedeli çok ağırdır. Ama lokmanızda tüyü bitmemiş yetimin hakkının olmasına aldırmayacaksanız buyurun alın.   Fakat bilesiniz ki, o villa ve sitelerden ev almayla üç kuşağınızı borçlandırırsınız da yine de borcunuz bitmez. Evet, bir kesim böyle lüks yaşarken, bahsettiğim yüzde almış gerçekten yoksullukla baş etmeye çalışıyor. Son yıllara kadar ben ne sokakta bu kadar çok dilenen, ne de geceleri sokaklarda yatıp kalkan evsiz barksız insan gördüm. Sabahları, hatta gün boyu çöp konteynerinden çöp konteynerine koşan, alacağı bir plastik parçası için birbiriyle kavga eden insanları da görmedim. Bir de öfkenin insanlarımızı bu kadar birbirine düşman ettiğine hiç tanık olmadım. Bunların yanında bir de “adam sende” cilik ve “bana ne”cilik üst düzeyde. İtiraz etme, haksızlıklara karşı çıkma diye de bir şey yok. Haklı oldukları durumda bile kimse hakkını aramıyor.   Yukarıda sayıp döktüğüm olumsuzlukların yanında toplumda ileriye dönük önemli bir de değişim var. Özellikle de kadınlarımızın kendine güveni artmış. Bundan yirmi yıl önce akşam en geç saat ona kadar sokakta olan kadınlar, şimdi rahatlıkla sabaha kadar sokaklarda görünmekten çekinmiyorlar. Kıyafetlerindeki çeşitlilik de her gün festivale gidiyorlarmış gibi bir hava yaratıyor. Bu sanırım biraz da iktidarın biat için tebaa yaratma modeline karşı bir baş kaldırı gibi olmuş. Ya da cumhuriyetin baş kazanımlardan biri olan “kadın haklarına” sahip çıkma bilincinin yaygınlaşması. Bizim insanlarımızın genel durumu böyleyken, ülkemiz de değişen önemli bir demografik yapı da var. Ortadoğu’dan ve Afrika ülkelerinden gelen mülteciler, Arap ülkeleri ve batıdan gelip mülk alarak kalıcı olan yabancılar ülkemizdeki demografik yapıyı hayli değiştirmiş. Böylesi düzensiz bir göçten en çok etkilenen il de İstanbul olmuş. Kentin Beyoğlu, Taksim, Kadıköy, Aksaray gibi merkezi yerlerine yolunuz düşerse bu değişimi kolayca görebilirsiniz.   Ben bu durumu görünce Hollanda’ya geldiğim 1990’lı yılları anımsadım. Türkiye’den gidip oradaki insan çeşitliliğini görünce şaşırmıştım. Şimdi o zamanın aynısı Türkiye’de yaşanıyor. Sadece büyük metropol kentler değil, Anadolu’daki çoğu kent de bu göç olayından nasibini almış. Bazı küçük kentlerde mülteci mahalleleri bile oluşmuş. Fakat hemen hemen hepsi düzensiz ve kontrolsüz. Ülkeye gelenlerin çoğu maalesef Hollanda’daki gibi ön eğitimden geçirilmiyor ve çoğu da illegal. Elbette bu da ilerde sancılı bir dönemin yaşanabileceğinin göstergesi.   Bütün bu değişimler eğer sistemli ve kontrollü olsa ülkemiz için büyük bir kazanım olur. Fakat böyle kontrolsüz ve gelecek düşünülmeden devam edecek olursa da ilerde büyük bir kaosun yaşanmaması olanaksız. Durum böyle devam ederse gelenlerin kültürel varlıklarının kabullenilmesi çok zor ve geç olabilir. Mademki, o insanlar ülkemizi tercih ediyorlar -Ortadoğu ve Kafkaslarda gidecekleri başka bir ülke de yok zaten- biz de onların beklentilerini elde etmeleri için ön koşul olarak onlardan kültürümüzü kabullenmelerini isteyebilir, açacağımız nitelikli kurslarla da dilimizi öğretebiliriz.   Tabi onlara örgün eğitim kurumlarında da eğitim hakkını tanımalıyız. Böyle yapar ve başarırsak hem ülkemiz insanı, hem de yeni gelenler ülkemizin vatandaşları olarak birlikte yaşamanın zenginliği ve güzelliğiyle hayatını devam ettirmenin keyfini çıkarır. Bence hiç kimse bu değişimden korkmamalı. Çok kültürlüğün en iyi örneği yaşadığımız Hollanda’dır. Burası örnek alınabilir..   Hollanda’da yaşayan Türkiyeli vatandaşlarımıza bir tavsiyem ve onlardan bir de ricam var.   Tavsiyem, Türkiye’ye dönmeyi düşünüyorlarsa bu düşüncelerini bence biraz ertelesinler.   Ricam ise, önümüzdeki seçimlerde oy hakkınızı kullanırken bundan önce yaptığınıaz hatayı lütfen tekrarlamayın. Çünkü orada refah içerisinde yaşayarak buradaki insanların yaşamına müdahale etmek hiçbirimizin hakkı değil. Belki orada bir oyumuzla ne olur diye düşünebilirsiniz ama bir oyla çok şey oluyor.   Bakın o bir oylarla neler oldu. Türkiye’nin yurt dışındaki güçlü imajı yerini silik bir imaja bıraktı, çevremizde barışık olduğumuz hiçbir ülke kalmadı. Altı saatte alacağımız “Şam”ı hâlâ alınamadık. Avrupa Birliği’ne “girecekmişim” gibi yapma oyunu hâlâ devam ediyor. Hani terör bitecekti ya, terörü bitiremediğimiz gibi başka ülkelerdeki teröre sevinir olduk.   Sarayın üzerinde duaları dolaşan tekke ve zaviyeler çoğaldığı gibi şeyh ve şıhların altı yaşındaki çocuklarımızın evlenebileceklerini öngören fetvaları yayınlandı. Diyanet dini telkinleri terk edip cinsel eğitime yöneldi. Sevgili Türk Lira’mızın hiçbir yerde değeri kalmadı. Üçüncü dünya ülkesi saydığımız tüm ülkelerin para birimi bile ondan değerli oldu.   Bankalara borcu olmayan hane, kredi kartlarındaki borcu katlanmayan birey kalmadı. Ayrıştırma ve öteleme aileleri bile bölüp parçaladı. İnsanlarımızı dolandırıcılığa teşvik artarken, İstanbul Boğazı’nın iki yakasını mafya babaları tuttu.   Her basın toplantısında büyüklerimizi danışmanları aldattı. Muharrem İnce beyefendi saraydan ayrılırken gayet incelmiş olarak ayrıldı. Aldatma dizilerini izleye izleye birbirini aldatmayan karı koca kalmadı. Kavga, küfür ve şiddet içeren dizileri kaçırmamak için halkımız kendisini ekran başına kilitledi.   Sayın büyüğümüz sayesinde seksen yaşındaki yaşlılarımız bile sokağa çıkamaz oldu. Her tepeye dikilen cemaatsız camilerimiz çoğalırken, minarelerdeki merkezi sistemle çalışan hoparlörlerimizin desibeli yükseltilerek uyuyan bebeklerin günde beş kez uyandırılması düzene girdi.   Ticari özel okulların çoğalmasıyla kimsenin eğitilme diye bir derdi kalmadı. Anlayacağınız Tanzimatçıların dediği gibi, “Hem dert yok, hem dert çok”oldu.   Bütün bunların tanığı olunca insan neşeli sözcüklerle, süslü bir makale yazamıyor kusura bakmayın değerli okuyucularım. Yine de gelen yeni yılın, bize cehennem azabı yaşatan son üç yıl gibi olmayacağını umut ediyor, tüm insanlığın barış dolu bir yıl yaşamasını diliyorum. yeni yılını kutluyorum.