26 Ağustos 2024 Pazartesi
Türkçede “özsever” olarak tanımlanan narsist, kendine hayranlık duyan, kibirli, kendisi dışında başka bir dünyası olmayan ve toplumun bazı bireylerince yükseltilmiş özgüveniyle sürekli olarak kendisini diğer insanlardan üstün gören bir kişilik bozukluğuna sahip bireyleri tanımlar.
Narsist insan, sürekli kendi çıkarları için hareket eder; mutluluğunu sağlamak adına karşısındaki insanı hakaretlerle küçük düşürür veya duygularını sömürerek ondan yararlanır. Acımasızdır, kötü söz dağarcığı geniştir, ve karşısındaki insanları aşağılamayı kendine ilke edinmiştir. Onun dünyasında sevgi, merhamet, saygı, nezaket, zarafet ve güzel ahlak gibi kavramlara yer yoktur. Ayrıca, kimseye güvenmezler; korkaktırlar ancak bunu belli etmezler, kabadayılık yapmayı, efelenmeyi, bağırıp çağırmayı severler.
Kendilerinden başkasına güven duymadıkları için sürekli bir korku içinde yaşarlar. Yaşayamadıkları çocuklukları ve ezikliklerle dolu bir geçmişe sahip olduklarından, bu korkuları yaşamlarından çıkartamamışlardır. Güvensizlik duygusu, hayatlarının her anında kendini gösterir.
Narsist kişiler, aşırı kıskançlık nedeniyle, mutlu olanların yaşamlarını zehir etmek amacıyla olağanüstü çaba sarfederler ve onların mutsuzluğundan büyük bir haz alırlar. Bu durum, kendi eşi, çocukları veya diğer aile bireyleri olsa bile fark etmez; bu nedenle, dünyanın en tehlikeli insanlarındandırlar.
Kendilerini her alanda bilgi sahibi olarak gördükleri için, her şeyin kendilerine sorulmasını isterler ve kendilerinden habersiz bir şeyin yapılmasına asla izin vermezler. Büyüklük hırsları nedeniyle kibirlerinde sınır tanımazlar; kendilerini özel, üstün ve seçilmiş olarak görürler. Kutsallaştırma eğilimindedirler. Çevresindekileri kontrol altına almayı ve büyüklük duygusunu yoğun yaşamayı arzu ederler. Narsist insanlar, gönül ve hatır bilmezler; kendileri gibi olmayanları sevmezler.
Narsist kişiler, sürekli yüceltilmeyi, övülmeyi ve saygı gösterilmesini isterler; onların dünyasında eleştiriye yer yoktur ve eleştiriye asla tahammül edemezler. Eleştirel düşüncelere şiddetle karşı çıkarlar; “hep ben, hep ben” düşüncesi, bütün benliklerini kaplamıştır.
Tüm bu tespitler çerçevesinde, çevrenizde böyle insanlardan var değil mi?
Oscar Wilde’ın dediği gibi, “İnsanın kendisiyle yüzleşmeye cesareti yoksa, başkalarının hatalarıyla oyalanır.”
Son olarak, “Bir insan ne kadar mütevazı ise o kadar yücedir. Ne kadar kibirli ise o kadar alçaktır.” Anonim
Kamil Kopuz
Kkopuz53@gmail.com
Dostça sevgiler
“Dünyadakiler, mezardakilerin pişman oldukları hırslar, ihtiraslar ve anlamsız çekişmeler için birbirlerini yok ederken, asıl kaybedilenin hayatın kendisi olduğunu fark edemezler. Hayat, barış ve anlayış içinde yaşanacak kadar kısa, fakat kin ve nefretle harcanacak kadar uzun değildir.”
Dr. Mahmut Akyıldız (Değerli kalp cerrahı hocamın bu ön sözü ile yazıma başlamak istedim.)
Yine onun ifadesiyle: “Hayat bir hazinedir ve sen düşündüğünden çok daha fazlasısın…”
Yüce Tanrı, biz insanlara bu dünyayı sunarak aslında bize şu mesajı veriyor: Yaşamın tadını çıkarmamızı, doğanın bize sunduğu nimetlerden faydalanmamızı ve insanca yaşayarak merhametli olmayı, yardımlaşmayı, paylaşmayı, güzel düşünmeyi, onurumuzu koruyarak ve kısa ömrümüzü sevgiyle, aşkla yaşamamızı istiyor.
Konuştuğumuzda kelimelerin en güzelini seçmemizi, insanlara en güzel cümlelerle hitap etmemizi istiyor. Kendimizi asla ön plana çıkarmadan, büyüklük taslamadan her daim mütevazı ve vakur bir şekilde insanları dinlememizi, her insanın düşüncesine saygıyla yaklaşmamızı öğütlüyor. Düşüncenin, Yüce Allah’ın bizlere bir armağanı olduğunun bilinciyle, insanlara saygıyla yaklaşmamızı istiyor.
Yaşamın aslında çok kısa olduğunu, zamanı iyi kullananların dünya yaşamında mutlu ve huzurlu olmalarının sebebinin, yaşamlarından nefreti, kini, ihtirası, büyüklük taslamayı ve kötü söz söylemeyi çıkarmalarından kaynaklandığını unutmamalıyız. İnsan, öncelikle kendini sevmeli, kendisine saygı duymalı ve dost olmayı başarmalıdır ki huzurlu ve mutlu bir yaşamı olsun. Kendine istemediğin bir şeyi asla başkalarına yapma ki sevilen, saygı duyulan ve her zaman minnetle anılan biri olasın. Yaptıklarını asla başa kakma, insanların yüzüne vurma. “Hep ben yaptım, ben ettim, ben düşündüm, ben karar verdim; benim iradem önemli, başkasının düşüncesi beni ilgilendirmez” gibi gayri insani davranışlar sergilersen, o zaman narsist bir android cihaza dönüşürsün. Sana kimse saygı ve sevgi duymaz, lanetle anılan bir varlık olarak yaşamına devam eder, ne insanların ne de Yüce Yaradan’ın dikkate aldığı bir canlı olursun.
Kısa ömrümüzde sevgiyi, saygıyı, merhameti, vicdanı, kul hakkı yememeyi, güvenilir bir insan olmayı, yaratılanları korumayı, özgürlüğün sınırlarının bilincinde olmayı, yaşadığı ve ait olduğu topluma yararlı bir insan olmayı, adaletli davranmayı öncelik haline getirmeliyiz. Tüm bunları beceremiyorsak, o zaman kendimize “Neden yaratıldık?” sorusunu sormalıyız.
Yüce Tanrı bizi boşuna mı yarattı? Ne diyor biz insanlara?
“Emin olabileceğin tek şey, burada olduğun ve yaşadığındır. Bu dünya harikalarla doludur. Çevrene baktığında beni görecek ve hissedeceksin… Neden daha fazla mucizeye ihtiyacın var ki? Beni dışarıda ararsan bulamazsın. Beni sadece kendi içinde bulursun…” (Spinoza)
İşte ben doğrudan Tanrı’ya bağlıyım.
Saygılarımla ve dostça selamlarımla,
Kamil Kopuz
kkopuz53@gmail.com
1 Mayıs’ta hayatını kaybeden heykeltıraş Orhan Otay, sanat dünyasında derin izler bıraktı. Eşi Maria Hanım ve oğlu Ferhan’a ve sevenlerine başsağlığı diliyoruz.
Gaziantep’ten Hollanda’ya:
1928’de Gaziantep’te doğan Otay, 35 yaşında Hollanda’ya göç etti. Breda’da güzel sanatlar eğitimi aldıktan sonra Hollanda’nın ünlü eğlence parkı Efteling’de çalışmaya başladı. Burada Prana, Trollenkoning ve Fata Morgana gibi bölümleri hayata geçirdi.
Kendi Atölyesi:
1990’lı yıllarda Efteling’den ayrılan Otay, Drongelen’de kendi atölyesini kurarak okullar, belediyeler ve çeşitli kurumlar için mermer figürler yaptı.
Dünya Rekoru:
Avusturya’da tatildeyken 21,7 metre yüksekliğinde yaptığı kardan adam ile Guinness Rekorlar Kitabı’na girdi.
Sanata Adanmış Bir Hayat
Sanat ve Gençlik:Muhasebecilik mesleğini bırakarak sanata yönelen Otay, gençlere sanatını öğretmeyi çok severdi. Hollanda’da güzel sanatlar akademisini bitirerek hayallerinin peşinden giden Otay, mücadeleci ruhuyla tanınırdı.
Toplum ve Sanat
Atatürk’ün Sözü: Sanatın toplumlar için önemini vurgulayan Büyük Önder Atatürk’ün şu sözünü hatırlatmakta fayda var: “Sanatsız kalan bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”
Orhan Otay’ı rahmetle anıyor, ailesine başsağlığı diliyoruz. Sanatı ve eserleriyle daima hatırlanacak.
Yaşadığımız ve ait olduğumuz toplumu temsil eden bireyler olarak söylediğimiz her söz ve yaptığımız her eylemden kendimizi sorumlu tutarak gelecek nesillere örnek insan olmak için çaba göstermeliyiz. Zira her yaptığımız eylem ve her sarf ettiğimiz söz bizden sonra gelecek olan nesillerin hanesine ya artı ya da eksi düşüncelere yol açarak onların önünde yeni umutlar, hedefler koyacak ya da sürekli engeller çıkaracak önlemlerin alınmasına neden olacaktır.
Temsil ettiğimiz kurumların sorumluluğunu her an omuzlarımızda hissederek yaşadığımız sosyal çevre içinde nezaketimizle, zerafetimizle, hal ve hareketimizle, söylemlerimizle kurumun zarar görmesin diye azamı dikkati göstermekten asla geri kalmamammız gerektiğinin sorumluluğu ile hareket etmeliyiz. Yaşamlarını yönetici olarak sürdüren yöneticiler temsil ettikleri makamın ve temsil ettikleri kitlelerin çıkarlarını her zaman kendi şahsi çıkarlarından önce düşünmelidirler ki etik bir yönetici olsunlar.
Eleştiri yapmak her insanın hakkıdır lakin dili kullanırken kimsenin onurunu incitecek kelimeler kullanmaktan kaçınmak insanın kendisine duyduğu saygının bir gereğidir. Zengin olabilirsiniz, makam sahibi olabilirsiniz, toplumu temsil eden kişi olabilirsiniz, maddi olanaklarınızı istediğiniz gibi kullanma hakkınız olabilir, ne yediğinizi, nerede tatil yaptığınızı, ne giyindiğinizi, ne türlü takılar taktığınızı, hangi araçlara sahip olduğunuzu, oturduğunuz evinizi insanların gözlerine sokacak şekilde sosyal medya da paylaşmanız asla kabul edilecek insanı bir davranış olamaz. Bütün bunları yapmanız insanların size karşı duydukları saygıyı sıfırlar..
İnsan olarak toplumsal sorumluluğumuzu hiç bir zaman unutmamalıyız. Sosyal sorumluluk birey olarak insanlara iyi davranmaya, yardımlaşmaya teşvik etmeye, kültür sanat alanlarında ki çalışmalara gönüllü olarak katılmaya, çevre bilincinin gelişmesi için çaba göstermeye, yaşlı ve engelli insanlara yardım etmeye, doğa da yaşayan bütün canlılara sevgi göstermeyi, çevre temizliği için azami titizliğe özen göstermemizi gerektirir.
Yaşadığımız toplumlar da ki bütün toplumsal kurallara, yasalara uymak için azami gayreti göstermek insan olarak hepimizin sorumluluğu alanı için de olduğunu hiç bir zaman unutmamalıyız…
Siyasette de iktidar sahipleri belli kişi ve grupların değil, tüm toplumun çıkarlarını gözetmesi, gerçekleri gizlemeden halkı ile paylaşması, yalnız kendisine oy veren seçmen vatandaşların değil bütün vatandaşların çıkarlarını koruyup gözetmesi, dürüst davranması insanı bir görev olduğu bilinci sosyal bir insan sorumluluğunu göstermelidir.
“ Siyaset ülkesi ve yaşadığı toplumun çıkarlarını korumak ve belli bir süre gönüllü olarak insanlarına hizmet etme sanatı olmalıdır . Bu hizmet bir karşılık beklemeden yapılmalıdır “!.
Sosyal sormluluk, etik çerçevede bir kuruluşun, kurumun ya da bir bireyin kendi çıkarlarının olduğu kadar toplumun genel çıkarlarının yararına da hareket etmesi görevidir. ( ALINTI ) .Sosyal sorumluluk anlayışı toplumlarda her alanda değer yaratma süreci işlevini görür.
“ Sorumlu olmak özgür olmaktır. Sorumluluğu başkasına vermek mâhküm olmaktır. ( OSHO )
Dostça selamlarımla,
Drunen, 17 Nisan 2024
Kamil Kopuz
Antik Yunanlı filozof Aristoteles’e göre değişim devinimsel farklılaşma demektir. Aristoteles’e göre üç türlü değişim vardır;
1. Yokluktan varlığa geçerek (doğum),
2. Varlıktan yokluğa geçerek (ölüm),
3. Varlıktan varlığa geçerek (devim).
Skolastikler bu devimi mekanik bir anlayışla yorumlamışlardır. Onlara göre yeri değişenin kendisi değişmez ( devim sadece yer değişikliğidir, nitelik değişikliği olmaz ), bir taş atılarak bir cam kırılabilir ama taş ve cam olarak kalırlar. (ALINTI)
Doğasal, toplumsal ve bilinçsel nesne ve olgular karşılıklı etkileşimle sürekli değişirler.İnsanlarda değişimler uzun süreler alabilir..Bu kurumlarda da böyledir. Değişime kapalı kurumların başarıyı yakalamaları mümkün değildir. Yıllarca aynı düşünce ile yönetilmeye, aynı ekonomik metotlar ve insan kaynakları düşüncesi ile yönetilen kurumlar – ki ister siyasi, ister tüzel ve özel kurumlar – olsun başarılı olmaları mümkün olmaz. Bu kişisel olarak biz insanlarda da böyledir. Kendini yenileyemen toplumlar özgür düşünceye sürekli setler çeken siyasi iktidarlar, ancak kendilerine biat eden bir tabana sahip olurlar ki bu tabanda yer alan seçmenleri de kişisel çıkarları zedelenene kadar destek verdikleri siyasi kurumu çıkarları zedelendiğinde anında terk ederler. Lider konumunda ki insanlarda yönetimlerinde ki insanları seçerken çıkarı olan kişileri değil, ideali olan, hedefi olan, halkla barışık, mütevazi, nezaketinden asla taviz vermeyen, liderine saygısını korkusundan değil verilen görevinin kutsallığının bilinci içinde saygısını göstermelidir. Başarısızlık durumunda ise kendisine olan saygısından dolayı “istifa kurumu” nu anında kullanmalıdır. Lider ister tüzel kişi kurumlarında ve isterse siyaset kurumlarında olsun ekibini oluştururken önceliği ; liyakatlı, dürüst, özgürce düşünen ve de gerektiğinde kendisini uyarabilecek insanları seçmelidir.
Bireysel olarak değişim de yaşamın çok önemli bir şartıdır. Düşünsel, ekonomik ve teknolojik olarak sürekli değişime uğrayan Dünyamızda insan kendisini geliştirmek ve yaşadığı zamana ayak uydurmak zorundadır ki ancak o zaman kendisine kaliteli bir yaşam alanı yaratabilir.Bunu başaramıyan bireylerin oluştuğu toplumlar ise sadece duyduklarına inanan, araştırmayan, sorgulamayan, hak aramayan bir kitleler olarak yaşamaya devam ederler – ki bunlar çıkarcı siyasi, dini ve etnik gruplar tarafından malzeme olarak kullanılan kitleler olarak kalırlar.
İnsan Tanrı’nın bir zerresi olarak doğumla yaşama geçerek değişir, bedensel olarak yaşlanınca ölümle yaşama veda eder, devimle de varlıktan başka bir boyuta geçer. Tanrı’nın zerresini taşıyan insan bedenen ölür toprağa, suya karışır ama zerre olarak bir başka boyutta yaşama yeniden başlar.Yoksa Yüce Yaradan insanı yaratırken ( zerre ) onu belli bir süre için yaratmış olmaz, ona sonsuza dek yaşama hakkı tanır – ki bu da ben böyle düşünüyorum- !Ki yakınlarımızı kaybettiğimiz zaman “ onu sonsuzluğa uğurladık “ demiyormuyuz?
Doğa ve yaşam yasaları değişmezler. Değişen sadece varlıklardır. Doğa da yaşayan biz ve diğer canlılar da sürekli evrime uğrayarak yaşarlar. Bu Tanrı’nın değişmez yasalarıdır. Değiştirmeye kalktığımız da başımıza neler geleceğini görmekte olduğumuz halde hala değiştirmek için büyük mücadeleler veriyoruz.
Ne demiş Aşik Naimi;
Kainatta bir zerreyim, Ben kendimi bilmez miyim, Zerre içinde zerreyim, Ben kendimi bilmez miyim..Yaşamında nezaketten, mütevazilikden, sade yaşamdan, tatlı dilden, paylaşımdan, karşılıklı saygıdan sevgiden taviz vermeden dürüst, açık sözlü, yalan ve riyadan uzak, karşısında ki insanı incitmeden yaşamayı becerebilen insanlar olarak kendimizi bilerek yaşayalım.
Kendimizi bilelim!
Dostça selam ve sevgilerimle
Kamil Kopuz
Drunen, 05 Nisan 2024
Kkopuz53@gmail.com