“Baştan göstermediler ölümlülere tanrılar her şeyi, ama onlar zamanla arayarak buluyorlar daha iyiyi.
Xenephones M.Ö. 6.yy.”
Göç kavramı, insan düşünmeye başladığı günden beri insanoğlunun yaşamına girmiş bir kavramdır. İlk zamanlarda bu bir yürüyüş ve yer değiştirme eylemi olarak gerçekleşmiş olsa da, kavramsal adı göç olmasa da, zamanla sürekli bir eylem haline gelmesi ve bir kavram olarak algılanmasıyla birlikte anlamı genişlemiş, arayış içindeki insanın yaşamını yönlendirici en önemli eylemlerden biri olmuştur.
İnsanın yer değiştirmesi ve doğduğu yerden ayrılması başlangıçta belki de böyle adlandırılmamıştı ya da bu eylemin kavramsal bir adı yoktu ama artık günümüzün sosyoloji bilimcilerince konmuş bir adı vardır. Bu da “göç”tür.
Bugün gelişmiş insan bilimi ve jeoloji araştırmalarıyla öğrendiğimize göre ilk insanın yeryüzünde dolaşıma çıkması milyonlarca yıl öncesinden başlamıştır. O nedenle ilk göç eyleminin gerçekleşmiş olduğu tarihi kesin saptama olanağımız olmadığı gibi, bu kavramı ilk kimlerin ve hangi mekânda kullandığını da bilmemizin olanağı yoktur. Yani bu eylemi göç sözcüğüyle anlamlaştıran ilk insanları bilemiyoruz ama o insanları göçe zorlayan nedenleri hepimiz biliyor, yazılı ya da yazılı olmayan kaynaklardan en büyük göç zamanlarının tarihini ve toplumsal yaşamlara etkilerini saptayabiliyoruz. Edindiğimiz bilgiler ışığında da göç olgusunu bilimsel algılama olanağımız doğuyor.
Günümüzde göç olayı çeşitli enstitülerde ve üniversitelerde tüm yönleriyle incelenmekte ve nedenleriyle niçinleriyle olay aydınlatılmaya çalışılmaktadır. Bana göre göç olayı bir arayış eylemidir ve iki şekilde gerçekleşir: Birincisi gidiş dönüşlerle, ikincisi ise sadece dönüşü olmayan bir gidişle. Ama şekli ne olursa olsun yapılan göç toplumların yaşamını etkiliyorsa bir sosyal olay niteliğini taşır ve çeşitli ilim dallarını ilgilendirir. Zaten bu ilgi nedeniyledir ki, çeşitli alanlarda göç konusu sürekli irdelenmektedir. Varılan sonuçların çoğu ise çağımız insanının bir değişimden yana olduğunu ispatlamaktadır. İşte bu değişim isteğidir ki, insanı iki türlü göçe zorlar.
1-İsteğe bağlı göç.
2-Zorunlu göç.
-İstenilerek yapılan göç; daha iyi yaşamı umut ederek çıkılan bir arayıştır. Umut edilen iyi yaşamın bulunup bulunmayacağı bilinmez ama bir umut büyütme olduğu için bu tür göç eden insan sonuç ne olursa olsun, bu eylemden kârlı çıkar. Ya da kendini zenginleştirdiğini düşünerek mutluluğunu çoğaltabilir.
-Zorunlu göç ise adı üstünde bir zorunluluktan kaynaklanan göçtür. Bu zorunluluk doğal afetler olur, savaş olur, baskı rejimleri olur ya da hastalık olabilir. Ama hangi nedenle olursa olsun bu göçün sonucu insanda büyük yıkım ve değişimlere neden olabileceği unutulmamalıdır. Çünkü göç eden insanın yaşamı kökten bir değişime uğrayabilir. Yani zorunlu göç insanı yaşama yeniden ve sıfır noktasından başlamak zorundadır. O nedenle zorunlu göç herkesin başlayacağı ve başaracağı bir şey değildir. Çünkü çoğu zaman bedeli çok ağır ödenmektedir.
Genelde Avrupa’ya, özelde Hollanda’ya göç:
Hollanda’da gettoların oluşumu ve son durum:
Yukarda belirttiğim gibi ilk zamanlarda Hollanda’ya göç böyle gelişirken, 1970’li yılların ortalarına doğru bu durum değişti. Değişimin en büyük nedeni, insanlarımızın doymaya geldikleri bu ülkenin artık doğdukları ülkeden daha çok yaşamlarına girdiğinin farkına varmalarıyla başladı. Önceleri büyük çoğunluk bunu kabullenemedi, kabullenmek istemediyse de 1974’teki anlaşmayla tek tük eşlerin getirilmesi başlayınca her şey değişti. İşte bu duruma her iki taraf da hazırlıksız yakalandı. Hollandalı yetkililer “Gelenler bize sorun yaratmasınlar, problemlerini kendi aralarında çözsünler” anlayışıyla hareket ederken, göçmenler de “birbirimize yakın olalım, birbirimizin yanında olalım, kendi problemlerimizi kendimiz çözelim” anlayışıyla göçmenlerin yerleştirildiği mahallelerde kendilerine verilen evlere yerleşince gettoların temeli atılmış oldu.
Zamanla böylesi mahallelerde göçmen nüfus çoğalınca, mahallenin eski sahipleri kültürlerini tanımadıkları bu insanlarla yaşamak istemeyip bir bir mahallerini terkedince bugün batı Avrupa’nın hemen hemen tüm büyük kentlerinde görülen gettolar, Hollanda’nın dört büyük kentinde de kocaman göçmen gettoları oluştu. Olayın gelişmesinin en basit anlatımı bu olsa da bu durumu yaratan da yine yukarıda belirttiğim ilk politikanın bir başka şekilde yansımasıdır. Yani gettoların oluşumuna da çanak tutan o ilk politik anlayış ve onun uygulayıcıları olmuştur. O nedenle de bugün göç almış ülkelerin politikacılarının “uyum sorunumuz var” demelerini anlamak olanaksızdır. Çünkü göçmenleri sadece konuk olarak görüp, onları kültürleriyle kabullenemezseniz tek taraflı bir uyum da ısrarcı olursunuz ve göçmenlerle varolan uyum probleminiz de hiçbir zaman bitmez ve Japon şair Mitsuye Yamada’nın şu şiirini:
“Tuhaf bir şey olmalı
azınlık olmak
diyordu adam.
Çevreme bakındım
Hiçbir azınlık göremedim.
O zaman dedim ki,
Eveet…
Gerçekten öyle olmalı.” hep tekrarlamak zorunda kalırsınız ve yanlış çözüm arayışlarına girersiniz.
Belki dışarıdan bakılınca bu durum pek sorunmuş gibi görülmüyor ama içeriden bakışla bu durumu kolaylıkla görme olanağımız var. Bugüne kadar azınlıklar konusunda çıkan olayların ve sürtüşmelerin nedeni de bu tek taraflı uyum isteklerinin diretilmesinden kaynaklanmaktadır. Yani şairin dediği gibi azınlığa hep azınlık olduğunu hissettirmek. Ama umudumuz odur ki, hâlâ vazgeçilemeyen getto anlayışlarından ve ısrarcı tek taraflı uyum politikalarından vazgeçilir de, sorunlara birlikte çözümler bulunmaya çalışılır.
Berlin Sosyal Araştırmalar Bilim Merkezi’nin –WZB’nin ”Uyum süreçleri, toplumsal hayatın gündelik olayları arasında yeralıyor – bu süreçler kimi zaman desteklense de çoğu kez devletin göç politikası kapsamındaki hedef ve programlardan bağımsız olarak gelişiyor. Göçmenler, özellikle kendi çabaları sayesinde toplumun ayrılmaz bir parçası haline geliyorlar” saptaması ve 60 yıl önce gelenlerin çocuklarının, torunlarının artık yaşamın her alanında etkin olmaları, babasının dedesinin geldiği ülkeler kadar Hollanda’yı da sevmeleri bu umudumuzu güçlendirmektedir. Ayrıca da Türkiyeli göçmenlerin her kesiminden iş insanlarının, yüksek okul öğretim görevlileri, hizmet sektöründe işveren insanlarının ve yüksek okullarda her yıl çoğalan yüksek okul öğrencilerinin çoğalması gösteriyor ki, gelecek on yıllarda toplumumuz Hollanda’da daha düzeyli bir seviyeye ulaşacaktır.
Hollanda’daki göçmenlerin sanata yaklaşımı ve sanatla ilişkisi:
Yukarıda kısaca profilini vermeye çalıştığım Hollanda’daki göçmenlerin ilk gelen kuşağının sanatla ilgilenmesi olanaksızdı. Çünkü gelenlerin çoğu Türkiye’de de sanatın nimetlerinden hemen hemen hiç nasibini almamış insanlarımızdı. Bunların dışında kalan azınlık bir grupsa sinema ve eğlenceye yönelik sahne sanatlarından başka sanatın diğer türleriyle pek ilgilenmiyorlardı.
70’li yılların sonu 80’li yılların başında ise yeni bir genç kuşağın göçü başladı Hollanda’ya. Bu son gelenlerin çoğunluğu ilk kuşağın orta seviyede eğitimli çocuklarından oluşuyordu. Hatta bir kısmı da üniversite eğitimlerini ya tamamlamış ya da yarıda bırakarak göç etmişlerdi. Bunlara 12 Eylül 1980 darbesiyle zorunlu göç eden eğitimli göçmenler de katılınca durum biraz daha değişti. Bu değişim her alanda her iki taraf için de olumlu bir değişimdi. Yalnız yerlilerle göçmenler arasında bağlantıyı sağlayan bu gruplar göç ettiği toplumu iyi tanımadığı için kendi kültürünü göç ettiği kültürdeki insanlara anlatmada yetersiz kalıyorlar, sanatı iki toplum arasında bir iletişim aracı olarak kullanma becerisini gösteremiyorlardı. Böyle olunca da tercih edilen tarafta sanatsal etkinliklerini sürdürme olanağı bulurken, diğer taraftan onları uzaklaştırıyordu. Yani ne yaparlarsa yapsınlar bir tarafın günah keçisi durumuna düşüyorlardı. Bu durum da onları yıldırıyor bazen sanattan da koparıyordu. İşte bu durum nedeniyledir ki, küçük çapta sanatsal faaliyetler varmış gözükse de şimdiye kadar sanatsal ilişkilerde başarılı olunamamıştır. Sanırım konuyu sanatsal faaliyetlerle açıklamaya çalışırsak durum daha da açıklığa kavuşacaktır:
-Tiyatro: Daha önce Türkiye’den Avrupa’da turneye gelen tiyatroları seyretme ile başlayan ilgi, daha sonra tiyatro gruplarının çağrılmasına dönüştü. Üçüncü aşama ise göçmenler arasında amatör grupların kurulmasıydı. Son aşama ise tiyatro eğitimi almak ve eğitim alanların yerli tiyatro gruplarıyla çalışmaya başlaması oldu. Bazı oyuncular ise kendi gruplarını kurarak tiyatro yaşamını sürdürmek istediler, fakat oynanan oyunların hemen hemen hepsi oryantalist bir yaklaşımla göçmen yaşamlarını işlediği için belli bir süre ilgi görmesine karşın, daha sonra her iki taraftan da ilgi görmemeye başladı. Tiyatro çalışmalarını sürdürmek isteyenler de Hollandalı gruplara katılarak sanatsal faaliyetlerini devam ettirdiler. Bu durum günümüzde de böyle olduğu için tiyatro alanında henüz istenilen başarı elde edilmiş değildir.
-Müzik alanında da durum hemen hemen tiyatrodaki gibi oldu ve Hollanda’daki göçmenler kendilerine özgü bir müzik anlayışı geliştiremediler. Hep Türkiye’de ünlenen müzisyenlerin dinleyicisi olarak kaldılar. Müzik eğitimi gören gençler de Hollandalı kurumlarla çalışmayı tercih ettikleri için bu alanda da istenen bir başarı elde edilemedi.
-80’li, 90’lı yıllarda tercih edilen sinema filmleri de tiyatro oyunları kadar ilgi görüyordu. Ama 2000’li yıllardan sonra bu tercih değişti. Eğlence amaçlı filmlerin yerini daha çok sanatsal filmler aldı. Çünkü seyirci profili Avrupa sinema pazarından daha kaliteli film istemeye başladı. Seyirci potansiyelini gören sinema pazarı da Türk sinemasına satınalabileceği daha kaliteli film yapmayı dayattı. Böylece daha kaliteli filmler Avrupa pazarına gelince doğal olarak göçmenlerin ilgisi de arttı. Bugün Hollanda sinema pazarında Türk filmlerinin gösterilmesinin başlıca nedeni de bu değişen seyirci profilidir. Fakat bu alanda da henüz yatırım yapılma düzeyine gelinmemiştir.
-Resim, heykel ve el sanatlarında ise bireysel çalışmalar ve çıkışlar haylı başarılı oldu. Bazı sanatçılar hem Hollanda kurumlarının kendilere sunduğu olanaklarla atölyelerini açtılar, hem de Hollandalı sanatçılarla karma sergiler açtılar. Birçoğunun heykelleri kent meydanlarına dikilirken, birçoğunun resimleri de müzelere alınmaktadır. Bu son gelişme giderek daha da güçlenmektedir ama göçmenlerin bu tür sanatlara ilgisi yok denecek kadar azdır.
-Edebiyat ise daha değişik bir seyirle erkenden Hollanda’daki göçmenlerin yaşamına girmeyi başardı. Çünkü okumak hangi boyutta olursa olsun bir yalnızlık paylaşımı olmuştu ilk günden itibaren Hollanda’ya göç edenlere. Böylesi bir ilginin varlığı ilk kuşaklar ve ilk zamanlar Hollandalılar tarafından fark edilmemiş olsa da, zamanla göçmenlerin bu ilgisini keşfeden Hollanda kütüphaneleri Türkçe kitap almak zorunluluğuyla karşı karşıya kaldılar. Dil öğretimine katkıda bulunması amacıyla başlatılan proje çalışmaları da bu duruma olumlu katkıda bulununca 1980’li yılların ikinci yarısında Türk edebiyatı Hollanda’da adeta altın çağını yaşadı, binlerce kitap Hollanda kütüphanelerindeki raflarda yerini aldı. Zaten 1937’de Halide Edip Adıvar’ın Sinekli Bakkal adlı romanının,1938’de Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara adlı romanının, 1960’lı yıllarda Yaşar Kemal’in İnce Mehmet ve diğer romanlarının, 1967 yılında Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları adlı eserinin çevrisiyle tanışıklığı olan Hollandalı okuyucunun da bu dönemde edebiyatımıza ilgisi arttı.
Bu dönemde çeviri kitapların sayısı yüzü bulurken, 1990’lı yıllarda Hollanda’da yaşayan göçmenler arasından da yazan insanlar çıktı. Fakat yazar arkadaşlar da tiyatrocuların yaptığı hatayı yapıp, konularını oryantalist bir yaklaşımla işleyip belli bir edebi düzey de tutturamayınca edebiyatımıza olan ilgi azalmaya başladı. 1990’lı yıllarda azalan ilgi nedeniyle birçok kütüphane Türkçe kitap bölümlerini kapadı. 2000’li yıllarda bu durum biraz da olsa iyiye doğru gitse de o başlangıçtaki ilgi düzeyine ulaşmak çok zor görünüyor. Çünkü göçmenlerin okuyucu profili de değişti ve üçüncü, dördüncü kuşak okuyucuların çoğu eğitim dili olan Hollandaca kitapları tercih ediyorlar.
Den Haag, 16.6.2021, Murat Tuncel
Kaynaklar:
-Uluslararası Göç Üzerine Doktora ve Yüksek Lisans Tezleri: (TR)
-Berlin Sosyal Araştırmalar Bilim Merkezi’nin (WZB) .
-Een Verboden Leven: Gecekondu (Gecekondular),
-Amsterdam Vrije Üniversitesi, 1993. Danışman: Prof. Dr. Jan Van Der Linden.
-Yrd. Doç. Dr. Kadir Canatan araştırma tezleri
-Rotterdam Büyük Şehir Belediyesi Araştırma ve İstatistik Kurumu (COS), 2000-2003,
-Hollanda Yaşlı Göçmenler Sendikası, Amsterdam/Rotterdam, 1996-1997.
-Veyis Güngör : Bizimkilerin Pedegojisi; Göç , kültür, kimlik ve Hollandalı Türkler
-Een haard van verzet-Direniş Odağı (Prof. Johan Soenen).
-Ömer Ilık(Gazeteci) söyleşi ve araştırma metinleri.
-HTİB araştırma ve raporları.
Bilgi alınabilecek linkler:http://www.wzb.eu/zkd/aki/members.de.htm, http://www.goethe.de/ges/pok/prj/mig/kls/trindex.htm, http://goc.bilgi.edu.tr/
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
GENEL
14 Ekim 2024GENEL
14 Ekim 2024GENEL
14 Ekim 2024GENEL
14 Ekim 2024GENEL
14 Ekim 2024GENEL
14 Ekim 2024GENEL
14 Ekim 2024